– resimlerin üstüne tıklayarak tam boyutta görebilirsiniz –
ANNEMİ ÖLDÜRDÜM, BİR GÖRENİM YOK…
Anneler ve evlatları… Hele ki boşanmış bir çiftin anneye kalmış erkek evladı… Toplum içinde büyük savaşların minyatürünün yaşanmasının muhtemel olduğu küçük ortam, dev ilişkiler mekânı… Annenin sorumluluğu büyüktür, oğlan ergenliğindedir. Duymuşsunuzdur veya çevrenizde vardır bu şekilde yaşayan insanlar.
Bahsini açacağım filmde de durum bu şekilde ama ekstraları var. Kahramanlarımızdan Hubert (Xavier Dolan) 16 yaşında, ergenliğinin doruğunda bir oğlan değil yalnızca. Zevklerine, sanatsal kimlik ve zekâsına güvenen, daha da fazlası erken genç yaşına rağmen bunların değerinin farkında bir genç. Anne Chantale (Anne Dorval) ise manik depresif bir anne tarafından büyütülmüş, gel-gitleri olan, bir başına özel bir erkek çocuğunu büyütmek, kollamak ve sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalmış bir anne. Hubert’in ev ödevini yapmamasıyla ortaya attığı annesini öldürme fikri üzerine ismini almış ve annesine olan nefreti ve aynı zamanda minnettarlığı üzerine şekillenmiş bir film Annemi Öldürdüm (J’ai tué ma mère).
Guy de Maupassant’ın “Biz annemizi tanımadan sevdik. Son bir hoşçakaldan sonra, sevginin ne kadar derin olduğunu anladık.” sözleriyle başlayan film, adına rağmen filmin rengini belli ediyor. Alışılagelmişin dışında bir anne-oğul çatışmasının olduğu filmde ergenlik sorunlarını aşan problemler var. Anne de oğul da geçmişi özlerken yer mekân gözetmeksizin birbirleriyle büyük kavgalar ediyorlar. Nefret, tahammülsüzlük, aşağılama havada uçuşan en göze giren duygulardan. Buna rağmen filmin kurgusundaki en tatlı detaylardan biri olan Hubert’in kamera çekimlerindeki sözleri, aslında annesine olan duygularının en saf haliyle açığa çıktığı sahnelerden. Filmin genel konusu, Hubert’in cinsel kimliğinin annesi üzerindeki etkisi gibi dursa da annenin bunu “başkasından duymanın verdiği üzüntüyü” dile getirmesiyle o evrensel olan, anne-evlat ilişkisine aslında ne kadar da net bir gönderme yaptığını görebiliyoruz. İşte, Annemi Öldürdüm böyle bir film. İzleyenlerin büyük kısmının annesi ile arasındaki diyalogları belki de kelimesi kelimesine gördüğü, işittiği bir film bu. Oğul Hubert’in annesini küçümsemesi, demode bulması, kendi üstün sanatsal zevki dışında annesini bayağı bulmasının en ince detayıyla görsel olarak gözümüze sokulduğu sahne. Bir anlamda “Haklı değil miyim ama??!” diye haykırıyor.
Görsel olarak da keyif dolu bir afiyet sunuyor Annemi Öldürdüm. Kişilerin bir resim çerçevesi içindeymişçesine sunulması, sahnenin ruhuna uygun renkler, müziklerle uyumlu yavaş/hızlı çekimler, izleyiciyi filmle yakın tutan kameraya direk konuşmalar… Tüm bu detaylar filmin samimiyetine ve çekiciliğine görsel destekler olmuş. Bana, Xavier Dolan gibi eşcinsel olan Tom Ford’un yazıp yönettiği A Single Man ve Kar Wai Wong’ın In The Mood For Love’ını hatırlattı ki bu, kötü bir şey değil.
YAZDI, YÖNETTİ, OYNADI
İtiraf etmeliyim ki, bir filmi izlemeden hakkında hiçbir şeyi bilmek istemediğim zamanlar olur. Annemi Öldürdüm’ü izlemeden önce Hubert’i canlandıran Xavier Dolan’ın bu filmin hem yönetmeni hem de senaristi olduğunu bilmiyordum. Hazır sinema için festival ayları da yaklaşmışken geçtiğimiz yılların bir festival filmini yazmak istemiştim yalnızca. Bilmeden meğer mühim bir filmi seçmişim. Annemi Öldürdüm filmini izlemiş olanlar ne dediğimi anlıyorlardır muhtemelen. Düşünün ki 20 yaşında bir genç, gelişi güzel bir ifade ile değil 20’lik bir genç düşünün. İlk uzun metraj sinema filmiyle uluslar arası arenada 10 ödül kazanıyor. Üstelik maddi imkânsızlıklar yüzünden kamera önüne de kendi geçmiş. Filmi biyografik dram türünde hem yazmış, hem yönetmiş. İyi ki de böyle olmuş diyor insan izleyince. Bir anlamda kendi hayatından bir kesiti, izleyiciyle böyle içten ve doğal şekilde ancak tamamıyla kapsayan bir çalışma samimi ve başarılı olur, bunu görebiliyorsunuz.
NEDEN, NASIL?
Filmin başarısından çok Xavier Dolan’ın yaşına takılıyorum. Türkiye’de sinema sektörünün gelişimi umut verse de neden 20 yaşında bir Türk gencinin böyle bir donanımda olamayacağını düşünüyorum. Türkiye’de 20 yaşında bir genç ne yapar, nelerle uğraşır? Başarılı bir gençse 20’sinde en fazla üniversite 3. sınıfta olabilecek bir insandır Türkiye’de genç insan. Yönetmen ve senarist olabilmek ve bu konuda dikkat çekebilmek için ne kadar da toy bir yaş hâlbuki… Kaldı ki eğitim sistemimiz ve buna bağlı olarak kafalarımızın işleyiş ve algı sisteminin yavaşlatıldığı ve hatta –varsa- cevherlerimizin körleştirildiği ve belki de yok edildiği hantal mı hantal bir eğitimden geçiriliyoruz. Annemi Öldürdüm filmi beni daha çok bu konularda düşünmeye itti ve bir üniversite bünyesinde yazan gazetede konu dışı da olsa bahsetmek istedim. Devletin meslek seçimi yaşını en acil kısmından ortaokul sonuna çekmesi gerek artık. Bu uyuşuk ve yok eden, sistem bile olmayan sistemden gençleri kurtarması gerek.
Polidea gazetesinin Ocak 2012 sayısındaki yazımdır.